*Serkan Duman'ın 2014 yılında Anahtar Dergisi'nde yayımlanan yazısı.
I.
Merhum Turgut Cansever hakkında bir yazı yazmam istendiğinde, kendimi önemli bir insanı onu tanımayanlara anlatacakmış gibi hissettim. Böyle bir hisse kapılmamam gerekiyordu aslında çünkü son zamanlarda Turgut Cansever adı hiç de azımsanmayacak kadar çok insan tarafından biliniyor. Evet biliniyor, ancak yine de bir ismi bilmek o ismin sahibini tanıyor olmak anlamına gelmiyor ne yazık ki...
Zamanında katıldığım bir Turgut Cansever’i anma programında bunu daha da yakından müşahede etmiştim. Etkinliğe katılanların bir kısmının dahi Cansever hakkında oldukça bilgisiz olduklarını gelen sorulardan üzülerek gördüm. Bir diğer üzüldüğüm nokta ise yine Cansever’in anlaşılmadan yüceltilmek istenmesiydi. İzleyicilerden birinin “Turgut Cansever neden günümüzün Mimar Sinan’ı bize anlatabilir misiniz?” türünden garip sorusu bunu açıklar niteliktedir.
Turgut Cansever ismini bilenlerden kaçı onun iki hatta sadece bir binasının adını veya yerini söyleyebilir sizce? İşte bu yüzden yazımın başlığı “Turgut Cansever” olmaktan öteye gidemiyor. Burada Turgut Bey’in belli bir özelliği üzerine yazmak varken hâlâ onu “tanıma” aşamasındayız.
II.
Turgut Cansever kimdir? Bu sorunun cevabı sorana bağlı aslında. Çeşmelerinden sadece su akmayan bir sebilden talebiniz nedir? Bal? Süt? Şerbet? Su? Dilerseniz bu soruya cevap verebilmek adına Cansever’in hayatına kısa bir yolculuğa çıkalım…
Turgut Cansever birkaç asır önce Asya’dan gelip Edirne’ye yerleşen bir ailenin üyesi. Dedesi Şeyh Ali Efendi bir Kadirî tekkesi olan Türâbî Baba Tekkesi’nin son şeyhi ki bu tekkeyi aynı aile kurmuş.
Cansever aile büyüklerini anlatırken kendi adına bazı önemli hadiseleri zikrediyor. Hadiselerin içeriği onun yaşama bakışını da tarifliyor aslında. Bunlardan ikisini kendi ağzından dinleyelim dilerseniz.
“Aileden meşhur bir isim de Pürtelaş Hasan Efendi’dir, bugünkü Pürtelaş Sokağı’na adını veren zat. Mücellitmiş, Bağdat’a, bir kütüphanenin kitaplarını ciltlemesi için gönderilmiş. Orada, buraya kadar gelmişken hacca da git demişler, olmaz demiş. İstanbul’a dönmüş ve İstanbul’dan iki defa yürüyerek hacca gitmiş.”
Bir diğeri:
“Anne tarafından dedem Mehmed Efendi, Filibe’de müderris. Paraya hayatında hiç elini sürmemiş. Torbayla verirlermiş on beş altın, onu olduğu gibi anneanneme getirirmiş. Harcamalara da katiyen karışmazmış. Filibe’den muhacir olarak gelmişler. Dedem o muhaceret esnasında servetini kaybetmiş. Artık dedemin bir geliri filan da yok. Bir evde oturuyorlar. Bir gün anneanneme demiş ki, ‘Hanım, bizim paramız sınırlıydı, şimdi bu evde oturuyoruz ve epeyce para harcıyoruz. Bu nasıl olacak? Paramız nasıl yetecek?’ Anneannem demiş ki, ‘Bey, ben tasarruf ettiğim parayla bir ikinci ev satın aldım. Onun kirasını kullanıyoruz biz şimdi.’ Dedemin haberi yok tabii. ‘Aa! Benim kazandığım parayı yemiyoruz da, çocuklarım çalışmadan kazanılmış bir parayı mı yiyorlar? O ev bugün satılacak!’ demiş ve ev o gün satılmış. Böyle insanlarmış. Balkan Savaşı sırasında gelmişler, 1910-12. Osmanlı toplumunda böyle insanlar vardır, benim dedem bir istisna değildi bence.”
Ailesini anlatması istendiğinde bu hadiseleri farklı söyleşilerinde tekrarlama gereği duyuyor Turgut Bey. Belli ki onun için önemli anılar. Hayatında da bu ciddiyeti tatbik etmeye çalıştığını görüyoruz zaten.
Cansever’in babası Türk Ocakları kurucularından Doktor Hasan Ferit Bey. Hizmet adına ülkenin birçok yerinde görevde bulunuyor. Turgut Bey de görev gereği bulunulan Antalya’da 1920’de dünyaya geliyor.
1928’de gittikleri Bursa’nın Turgut Bey’in hayatında çok önemli bir yer tuttuğunu onun söylediklerinden anlıyoruz:
“Tipik bir Bursa evinde oturuyorduk. Dört beş odanın yan yana dizildiği uzun bir hayat, bir bahçe… Bursa o zaman şiir gibi bir şehirdi. Buna rağmen babam ‘Bursa’yı ne hale getirmişler!’ diye isyan etmişti. Çünkü onun eski Bursa’sı bizim eski Bursa’mızdan daha güzeldi. Sokaklarında su kanalları vardı, bu kanallarda şelâleler oluşur, etraf su sesleriyle dolardı. Yeşilin her tonunun köpürdüğü bir şehirdi Bursa, bir şehircilik harikasıydı. Aydın Germen’in Amerikalı bir arkadaşı Bursa’yı görünce, ‘Dünyada şehir denebilecek iki şehir vardır; biri Floransa, diğeri Bursa… Floransa bile, Bursa’nın yanında iç karartıcı, karanlık pis bir şehir!’ demiş. İlkokulun son üç yılını Bursa’da okudum. Epeyce uzak bir mesafe olduğu halde, Osman ve Orhan Gazilerin türbeleri civarındaki ilkokulumuza yürüyerek gidip gelirdik. Şuurumun burada teşekkül ettiğini, yaşanacak bir şehrin nasıl olması gerektiğine dair ilk fotoğrafları zihnime Hisar sokaklarında koşup oynarken yerleştiğini söyleyebilirim. Hafızamda bazı ses kayıtları da var. Mesela Bursalı hanımlar, aralarında zaman zaman şöyle konuşurlardı:
‘Bey diyor ki, ‘Şu bizim evin çivit rengi artık benim canımı sıkmaya başladı hanım. Bu sokakta, şu bey filanca sarıyı koydu. O sarının yanında bizim çivit rengi iyi düşmüyor, onu kaldıralım da beyaza boyayalım’ diyor. Ben de diyorum ki, ‘Eğer evin dışını beyaza boyarsak o zaman içini ne yapacağız?’ Öbür hanım, ‘Ama sizin sokakta şuraya ışık düşer, o ışık o kadar güzeldir ki, mavi renkle beraber, beyaza boyarsanız kaybolacak.’”
1933’te İstanbul’a yerleşen Hasan Ferit Bey, Turgut Bey’i Galatasaray Lisesi’ne kaydettirir. Turgut Bey buradaki hocalarından övgü ve şükranla bahseder ve onların gelecek hayatında ne kadar da etkili olduklarını anlatır.
Resim yapmaya hevesli olan Cansever, Galatasaray’da resim hocalığı yapan Halil Dikmen’den resim ve ney dersleri alır. Aynı dönemlerde babasının kütüphanesi ve arkadaşları aracılığıyla entelektüel hayatını etkileyecek kitaplar ve insanlarla tanışır. Örneğin Elmalılı Hamdi Yazır ve Füsûsü’l Hikem. Elmalılı’nın (daha sonra kendisiyle tanışırlar da) 1931’de basılan 9 ciltlik Türkçe Kuran tefsirini kütüphanede bulan Turgut Bey tefsirin birinci cildini okurken iri puntolarla yazılmış bir hadis-i şeriften etkilenir: “Bilen Korkar.” Bu hadis için Turgut Bey şöyle söylüyor:
“Beni düşünmeye sevk etti. Fark ettim ki, hangi meseleyle karşı karşıyaysak, o meselenin gerçeğine eriştiğimiz zaman, o gerçeğin gereğini yapmazsak mutlaka bunun bizi bir şekilde bir çıkmaza götürecek, bir yanılgıya götürecek, bir cezaya götürecek bir tarafı olur. Onun için böyle bir duruma düşmemek için hem bilmek, hem de korkmak gerekir.”
Turgut Cansever bir de Muhyiddin Arabî tarafından peygamberlerin hikmetlerinin anlatıldığı Füsûsü’l Hikem kitabının Hz. Muhammed hakkındaki bölümünün tesiri altında kalır. Bu bölümde peygamber efendimizin iki önemli özelliği anlatılıyor bunlar, ferdiyetin yüceliği ve güzellik sevgisidir. Buradaki ferdiyetin yüceliği meselesini Turgut Bey neredeyse hayatında bir düstur haline getirmiştir.
Turgut Cansever üniversitede resim okumak niyetindedir. Ancak babasının tepkilerinden çekinerek mimarlık bölümüne kayıt yaptırır. Yine de mimarlığa tam anlamıyla gönül vermesi için iki yıl bekleyip hocası Sedad Hakkı Eldem’in yapı dersine girmesi gereklidir…
“Yapı dersi ilgimi çekti benim. Yani o resimdeki yapı meselesiyle bağlantılı olarak ciddi şekilde not aldım. Yapı dersinin projelerini çizmek filan da doğrusu onların hepsini birleştiren keyifli bir işti. Ama yine mimar olma niyetinde değildim. İkinci senenin sonunda, mayıs ayında bir gün, karanlık bir odada Yapı dersi veriliyordu. Tesadüfen güneş ışığı giriyor içeri. Aydınlık bir gün. Sedad Bey’in iki saatlik bir dersi var. Sedad Bey, ‘Bugün, şimdiye kadar size anlattıklarımı, sizin üzerinde çalıştığınız, düşündüğünüz konuları gözden geçirmek istiyorum’ dedi. Ve binanın arsası nasıl seçilir arazide, arazi nasıl düzenlenir, temel nasıl yapılır, araziyi koruyacak istinat duvarları nasıl yapılır, duvarlar nasıl yapılır, duvarlarda açılan pencerelerin boşluklarında olan etkiler tepkiler nasıl karşılanır?.. Denizlik, söve, kemer, lento… İşte denizliğin altında bir boşluk bırakılmazsa aşağıdan gelen yük onu nasıl kırar? Bütün kuvvet şeyleri, yapının bütün meseleleri… Ondan sonra çatı, kubbeler, filan… Onları iki saat anlattıktan sonra, ‘Kiremitler böyle yapılır, tepesine topuz kiremiti konulur, bina böyle tamamlanır’ dedi. Bana bu müthiş bir şiirselliğe sahip, müthiş bir güzellik olarak gözüktü. Mimar olmaya karar verdim. Sedad Bey’e çok şey borçluyumdur.”
Turgut Cansever gibi ancak inandığını yapan birisinin bir işe gönlünün yatması çok önemlidir bu yüzden Sedad Hakkı Eldem’in rolü gerçekten çok önemli.
İşte Turgut Bey’in mimar olana kadarki özetin özeti hayat hikâyesi böyle. Daha çok şey öğrenmek isteyenlere bir kısmında kendi hayatını anlattığı “Turgut Cansever Düşünce Adamı ve Mimar” kitabını öneririm.
III.
Turgut Cansever kimdir? Sanırım bu sorunun cevabına geçilebilir zira akıllarda Turgut Bey hakkında az da olsa bir izlenim var artık. Bu önemli. Çünkü mühim bir insanı tanımak belki de ürünlerini bilmekten ve öğrenmekten daha önemli. Ya da farklı bir açıdan bakarsak o ürünleri anlamak ürünlerin sahibini tanımaktan geçer. Denilebilir ki insan önce kendini inşa eder…
Turgut Bey için mimar demek yeterli olmayacaktır. Onun mimarlığı yanında iki önemli özelliği daha bulunur, aktivistliği ve düşünce adamlığı.
Mimar Turgut Cansever:
Mimar Turgut Cansever her şeyden önce iyi bir mimardır. Bunu da üç kere kazandığı Ağa Han Mimarlık Ödülleri ile uluslar arası boyuta taşımıştır. Bu ödüllü yapılar sırasıyla şöyledir. Türk Tarih Kurumu Binası, Ankara, 1967. Ahmet Ertegün Evi, Bodrum, Muğla, 1973. Demir Tatil Köyü, Bodrum, Muğla, 1983.
Cansever yapıları onun düşünce dünyasını yansıtır niteliktedir ki aslında bu mimarlıkta gerçekleştirmesi zor bir durumdur. Yapının inşa edildiği yere saygı ve tevazu ile yerleşmesi gerektiğine inanır. İnsanın doğanın sahibi gibi davranmamasını aksine onun bir emanet olduğunun idrakinde olması gerektiğini savunur. Yapı insanı ezmemeli onu kucaklamalıdır. Bununla birlikte mimarinin bir ego tatmini yeri olmadığını savunur. Mimar zamana ve mekâna olan sorumluluklarını bilerek hareket etmelidir. Zamanı ve mekânı reddedip “ancak benim kurallarım geçer” diyen bir mimar tipine Cansever onay vermez.
Şunu da söylemeden geçmemek gerekir. Turgut Bey durduğu yer itibariyle mimar olarak yalnız bırakılmıştır. Özellikle İslâm düşünce dünyasının içerisinden konuştuğu için önyargıyla karşılanmış ve yalnızlığa itilmiştir. Bununla birlikte destek görmesi gereken çevrelerin de ona olan ilgisizliği üzücüdür. İşin aslı yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Turgut Cansever bugün dahi gereken ilgi ve alakayı görmemektedir.
Aktivist Turgut Cansever:
Turgut Bey “bilen korkar” hadis-i şerifinden hareketle bildikleri doğrultusunda yapılan yanlışlara gözsüz, kulaksız kalamamış, elinden ve dilinden geldiğince bu hataları engellemeye çalışmıştır. Özellikle İstanbul’da yapılan imar yanlışlarının önünde durmaya çalışmıştır.
Konut meselesi ile ilgili olan Turgut Bey birçok kere raporlar hazırlamış bunlardan birini Habitat konferansında sunmuştur. Deprem sonrası yeni şehirler önermiş ve konu hakkında gönüllü olarak çalışmıştır. Ancak ne yazık ki onun bu çabalarına ilgi gösterilmemiştir.
Turgut Bey’in “İstanbul’u Anlamak” ve “Kubbeyi Yere Koymamak” kitaplarını onun aktivist yönünü daha iyi anlamak adına tavsiye ederim.
Düşünce Adamı Turgut Cansever:
Kendi adıma Cansever’in en önemsediğim yönüdür düşünce adamlığı. Öyle ki onun tartıştığı konular, içinde bulunduğumuz medeniyet krizine çözüm olacak niteliktedir. Söyledikleri bazen gözden kaçan ve ortada duran şeylerken bazen de demir leblebi gibi dişe gelmez öğütmesi zor konular olur.
Turgut Bey örneğin, Rönesans’ın perspektifle olan ilişkisinin bireyi ve egoyu nasıl etkilediği, İslâm'ın ferdi manipüle edecek sanat anlayışına olan olumsuz bakışı, insanın iştirak etmediğinin sanat olmadığı gibi konuları çok güzel açıklamıştır. Düşünceleri sadece mimarları değil tüm insanları ilgilendirmektedir. Öncelikle de Türkiye insanlarını…
Metnin sonuna geliyorken belirtmiş olayım ki şu birkaç sayfada Turgut Cansever hakkında sadece mırıldanmış olduk. Hem hayatıyla hem düşünceleriyle hem de ürettikleriyle ansiklopediler dolduracak bir insanın bu kadar kısa bir şekilde anlatılması elbette imkânsız. Yine de umarım ki burada yazanlar Turgut Bey’i anlama isteği uyandırır. İster hayatını okuyun, ister binalarını inceleyin isterseniz de düşünceleri içinde yolculuğa çıkın, ne almak istediğiniz size kalmış. Bilinmeli ki Turgut Cansever her yönüyle “ferdiyetin yüceliği”ne ayna olmuş bir dünyayı güzelleştirme sevdalısıydı. Mekânı cennet olsun…
Serkan DUMAN
Comments