Serkan Duman'ın Nihayet Dergisi'nde yayımlanan yazısı:
Belediye imkânları olan bir kurumdur. Aynı zamanda kentin karar vericisidir. Yapacakları, olumlu ya da olumsuz örnek olarak belirir. Bu bağlamda belediye olumlu örneklere imza atmayı görev olarak benimsemelidir. Örneğin beton yığınına dönmüş şehirlerimiz varken, kendi ihtiyacı olan birtakım yapıları doğal malzemelerle inşa edebilir. Ve bu yapıları, güneşten enerji kazanan, yağmur suyu toplayan, gri su dönüşümü yapan ve katı atık dönüştüren birimler hâline getirebilir. Yani kısacası doğaya zararı dokunmayan ve kendi kendine yeten yapılar inşa edebilir.
Belediye başkanlarına veya belediye birimlerine bir açık mektup yazmaya başlarken, belediyeleri çoktan gözden çıkarmış ve halka yönelmiş bir mimar olarak, “Kaç başkan bu yazıyı okur ki?”, “Hem okusa ne yazar?” sorularıyla, yazıyı başka bir minvalde klavyeye almayı düşünüyor, bir taraftan da ricanın dışına çıkmak kaygısı taşıyorum. Tam bunları düşünürken Ahmet Murat Bey’in “Hep aynı şeyi düşündüm” başlıklı yazısı önüme düşüyor.
Siyaset, fikir ve makam eksenli bu yazıdan hareketle ben de içimden geldiği gibi yazmaya karar verdim. Son belediye seçimlerine tamamen ilgisizdim ama sondan bir öncekine dair aklımda kalanlar var. Mesela bir billboard reklamı: Parmağıyla bir yerleri işaret eden bir başkan adayı ve yanında garip şekilli bina görsellerinden oluşan bir reklam.
Bu reklam ve benzerleri o sıra bütün reklam alanlarını ve duvarları kaplamıştı. “Duvarlara yapıştırılan bu reklamları temizleyecekler mi acaba?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. “Seçilecek kişi bunları temizlese yeter…”
Belediyelerle ilişkim mimar olarak “yapmak istediğimiz doğal yapılara izin verseler, itiraz etmeseler keşke” kaygısıyla işliyor genelde. Yani gölge etmemeleri dışında bir beklentim olmuyor.
Bir birey olarak ise çukursuz ve kesintisiz kaldırım bulduğumda çok mutlu oluyorum. Daha fazlasını ruh hâlimi bozmamak adına düşünmemeye çalışıyorum. Fazlası olursa Şam’da kayısı oluyor benim için.
Belediye başkanlığı siyaset zincirinin bir halkası, “yukarısı” için bir geçişken ve bir makamdan ibaretken, yapılan işlerin düzeyi de belli noktalarda oluyor. Bazen kendime “Belediye başkanı olmak ister miydim?” diye soruyor ve “Tabii ki hayır” cevabını alıyorum. “Böylesine büyük bir sorumluluğun altına girilir mi hiç?” Peki, neden insanlar belediye başkanı olmak için bu kadar hevesli? Bir başkan o bölge tarafından kabul görmüş, liyakat sahibi ve bir siyasi partinin talebiyle değil, halkın isteğiyle seçilmiş biri olmalıdır. İstemeye istemeye de olsa göreve getirilmeli ve altına girdiği sorumluluğun farkında olarak çalışmalıdır.
Millet olarak, tepeden inmeciliği benimsemiş olarak görünüyoruz. Olması gereken bütün iyi şeyleri de başımıza gelen kötülükleri de hep yukarıdan (politik olarak) bekliyor ve biliyoruz. Bu sebeple siyaset çok konuşuluyor. “Yetkililer sesimizi duysun…” anlayışı… Halkımıza hak vermiyor da değilim. Uzun yıllar sivil toplum bir sorunmuş gibi karşılandı. “Bir şey mi istiyorsunuz, devlete söyleyin, kendi kendinize iş çıkarmayın” anlayışı hâkim oldu.
Sorunlar büyüdükçe sihirli değneği olan birileri hep beklendi. Matrix filmindeki Neo gibi, bir seçilmiş kişi gelip bütün sorunları çözecekti… Aynı anlayış devam ediyor.
Şehir, yanlışıyla doğrusuyla bir mirastır. Orada yaşayanların evidir. Bir başkanın görevi ise canının istediğini yapmak değildir. Başkanın görevi, mevcut potansiyeli ortaya çıkarmak, işlemez olanları işler hâle getirmek, yaşamı kolaylaştırmak ve güzelleştirmeye çabalamaktır. Üstenci bakış detaya inmekte zorlanır.
Tekil projelere odaklanır. Ses getirme derdi taşır. Oysa şehir kompleks ve katmanlı bir yapıdır. İnce ince örülmeyi ve dikkatli hareket etmeyi gerektirir.
Bir başkan şöyle düşünülmeli: Bir bölgedeki insanlar bir şekilde beraber yaşıyorlar. Sokaklar, caddeler ve mahalleler her sabah, birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamak adına işe başlayan insanlarla dolu.
Belediye başkanı da bu insanlardan biri olarak tıpkı bir manav ya da kasap gibi kendi görevini yapan biridir. Geriye kalan insanlardan farklı değildir. Sadece işinin adı ba
Batı egemen dünyada, güzel kavramı da hâliyle Batı merkezli. Batı’dakine benzeyen, benzeyebildiği oranda güzel oluyor. Bu durum belediyeciliğimiz için de geçerli. Başkanlar bol bol teknik gezilere çıkıp Batı şehirlerinde gördüklerini bizim şehirlerimizde de uygulamaya çalışıyorlar. Bizler de zaten bu şehirlere özendiğimizden, yaşam alanlarımızın Batı şehirlerine benzediği kısımlarını bağrımıza basıyor ve “İşte iyi belediyecilik!” diyoruz.
Sürdürülebilir belediyecilik
İkinci Dünya Savaşı sırasında geçen bir film izliyordum, Brad Pitt’in, Londra’daki evinin penceresinden sokağa doğru baktığı sahnede, sokakta üç tane yan yana duran çöp kutusu gözüme çarpmıştı. Bu kutulardan ikisi cam ve kâğıt içindi. Anladım ki 40’lı yıllarda Londra’da katı atıklar ayrıştırılıyordu. Bugün biz ailecek çöplerimizi ayrıştırıyoruz, ancak camı cam, kâğıdı kâğıt kutusuna atabilmek adına gerekli kutulara gitmek için araba kullanmak zorunda kalıyoruz. Sene 40’lar ve sene 2018’ler…
Neyse ki katı atık toplayıcıları var da, atıkların geri dönüşümüne büyük katkı sağlıyorlar. Kısmen başarılı olduğumuz geri dönüşüm işi gibi yine Batı’nın üzerinde durduğu yeşil belediyecilik meselesi de dikkate değer. Onlar yeterince başarılı olmak üzere; artık bizim belediye başkanlarımız da gidip bunları ithal edebilirler…
Bakın, bizim de aklımız ve fikrimiz var. Artık kendi kararlarımızı verebilmeli ve güzel işler yapabilmeliyiz. Bunu başarırsak, başkaları ne yapmış diye bakınmamıza gerek kalmayacak. Tarihin başladığı topraklarda yaşıyoruz.
Geleneksel olarak zaten geri dönüşümün yapıldığı, hiçbir şeyin telef edilmediği, teknolojinin doğal imkânlarla sağlandığı zamanlar yaşadık. Bu tecrübeye bakmakta yarar var. Geçmişe dönelim, demiyorum ama geleneğin imkânlarını değerlendirmeyi öneriyorum.
Yok olan ve yok olmaya yüz tutmuş yüzlerce zanaat var. Bunların yeniden canlandırılması mimariden turizme, akla gelmeyecek kadar alana nefes aldıracaktır mesela. Şehirler salt yapılardan oluşmaz, sosyal belediyecilikten bahsediliyor.
İnsan ilişkilerinin içindeki nüanslar da değerlendirmeye alınmalı. Şehir öylesine iç içe bir oluşum ki (şehir derken belediyenin olduğu her birimi kastediyorum), unutulmuş veya kaybolmaya yüz tutmuş bir geleneğin rehabilite edilmesi sayısız alanı olumlu etkiler.
***
Belediye imkânları olan bir kurumdur. Aynı zamanda kentin karar vericisidir. Yapacakları, olumlu ya da olumsuz örnek olarak belirir. Bu bağlamda belediye olumlu örneklere imza atmayı görev olarak benimsemelidir. Örneğin beton yığınına dönmüş şehirlerimiz varken, kendi ihtiyacı olan birtakım yapıları doğal malzemelerle inşa edebilir. Ve bu yapıları, güneşten enerji kazanan, yağmur suyu toplayan, gri su dönüşümü yapan ve katı atık dönüştüren birimler hâline getirebilir. Yani kısacası doğaya zararı dokunmayan ve kendi kendine yeten yapılar inşa edebilir.
Yapmak ile birlikte artık yıkmak da büyük önem taşımakta. Halkın nefes almasına imkân tanımak için bazı yoğun bölgeleri açmak da önemli bir adımdır. Buraları uygun şekilde yeşillendirerek en azından kısa vadede yaşamı kolaylaştırmanın yolları aranabilir.
Uzun vadede ise doğru prensipler ve kararlarla şehirlerin doğaya uyumlu ve insani biçimde gelişmesi ve dönüşmesi sağlanmalıdır. Yazının başında üstenci bakıştan bahsetmiştim. İşte bu bakış için uzun vadeli çalışmak en zor iştir. Bu sebeple akla hep yeni şe
hirler kurmak gelir. Yeni bir şehir güzelce tasarlanacak, geniş yolları ve uygun şekilde dağıtılmış yapılarıyla tam bir cennet olacak diye düşünülür.
Bütün teknik anlayışlar devreye girecek ve mükemmel şehir planlanacaktır. Oysa şehir tıpkı bir canlı gibi, yaşayarak büyüyen, ihtiyaçlara göre şekillenen bir mefhumdur. Önemli olan onu tamamen tasarlamak ya da zapturapt altına almak değil, potansiyeline ve karakterine uygun yönlerine imkân tanıyarak bazen de problem arz eden durumlarını doğru yönlendirerek gelişmesine izin vermektir.
Comments